Abdurrahim Karakoç ve Mihriban
“Abdurrahim Karakoç, 9 şiir kitabına, halk edebiyatı türünde sosyal olayları ve bireysel duyuşları aynı anda özümseyebilen, dağı delen Ferhat’ın yüreğinde taşıdığı Şirin’i “Mihriban” zirvesiyle yüceltirken, dağın bağrından akıtacağı suyun halkına bereket getireceği umudunu hep diri tutmuş bir idealisttir. ”Maraş diyarı” menşeli şairlerden olan Karakoç, çok yönlü bir yapısı olan şairlerdendir.” Diye bahsediyor bir hemşerilisi Karakoç hakkında. Burada Karakoç’un hayatından, eserlerinden ya da kaç şiirinin bestelendiğinden bahsetmeyeceğim ama bu demek değildir ki önemli biri değil hissettiklerini açık ve samimi bir şekilde ifade eden ender kişilerdendir. Hayatını ya da eserlerini isteyen her kişi en kısa yoldan internetten edinebilir. Benim anlatmak istediğim ise Karakoç ile nasıl tanıştığım ya da onu nasıl tanıdığımdır. Ortaokul yıllarında duyduğum bir hikayeden sonra Abdurrahim Karakoç hakkında daha çok bilgi edinme yoluna girdim. İşte sizlere bu hikayeden bahsetmek istiyorum. Olur da hala Karakoç’u tanımayanlar ya da tanımak istemeyenler belki ilgilenirler. Hikayeye gelince:
“Abdurrahim Karakoç, 9 şiir kitabına, halk edebiyatı türünde sosyal olayları ve bireysel duyuşları aynı anda özümseyebilen, dağı delen Ferhat’ın yüreğinde taşıdığı Şirin’i “Mihriban” zirvesiyle yüceltirken, dağın bağrından akıtacağı suyun halkına bereket getireceği umudunu hep diri tutmuş bir idealisttir. ”Maraş diyarı” menşeli şairlerden olan Karakoç, çok yönlü bir yapısı olan şairlerdendir.” Diye bahsediyor bir hemşerilisi Karakoç hakkında. Burada Karakoç’un hayatından, eserlerinden ya da kaç şiirinin bestelendiğinden bahsetmeyeceğim ama bu demek değildir ki önemli biri değil hissettiklerini açık ve samimi bir şekilde ifade eden ender kişilerdendir. Hayatını ya da eserlerini isteyen her kişi en kısa yoldan internetten edinebilir. Benim anlatmak istediğim ise Karakoç ile nasıl tanıştığım ya da onu nasıl tanıdığımdır. Ortaokul yıllarında duyduğum bir hikayeden sonra Abdurrahim Karakoç hakkında daha çok bilgi edinme yoluna girdim. İşte sizlere bu hikayeden bahsetmek istiyorum. Olur da hala Karakoç’u tanımayanlar ya da tanımak istemeyenler belki ilgilenirler. Hikayeye gelince:
Rivayete
göre; Karakoç üniversiteyi kazanmış ve üniversitenin ilk günü erkenden gelip sınıfın kapısını tam
karşıdan gören bir sıraya oturmuş ve içeri girenler hakkında (kendi kendisine)
önyargıda bulunmaya başlamış.DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ.
”Şu iyi birisine benziyor. Buna dikkat etmek lazım. Bundan korkulur” gibilerinden. İşte tam bu sırada içeri sarışın, melek yüzlü, masum mu masum bakışları olan bir kız girmiş. Karakoç bunu görür görmez âşık olmuş. Tüm kimyası birden değişmiş. Zaman geçtikçe önce bu kızın adının “Mihriban” olduğunu öğrenmiş,
”Şu iyi birisine benziyor. Buna dikkat etmek lazım. Bundan korkulur” gibilerinden. İşte tam bu sırada içeri sarışın, melek yüzlü, masum mu masum bakışları olan bir kız girmiş. Karakoç bunu görür görmez âşık olmuş. Tüm kimyası birden değişmiş. Zaman geçtikçe önce bu kızın adının “Mihriban” olduğunu öğrenmiş,
sonra Mihriban’la tanışmış. Zaman geçtikçe Mihriban’la giderek daha
samimi olurlar ve artık ortak bir arkadaş grupları oluşur. Çevresinde bunlar
yaşanırken Karakoç’un içindeki ateş giderek büyüyor. Yanındayken dokunamamak,
sarılamamak dayanılmaz bir hal alıyor. Arkadaş grubunda yedikleri, içtikleri
ayrı gitmiyor. Her gün beraberler okulda, öğrenci evlerinde. Tüm bunlar olurken
arkadaşları da artık durumdan anlıyorlar çünkü Karakoç, Mihriban’ı görünce ne
yapacağını şaşırıyor, okula gelmediği günlerde hemen kız arkadaşlarına koşup
soruyor. Tabi bu durum Mihriban’ının da dikkatinden kaçmıyor, kimseye belli
etmese de içten içe bu durumdan hoşnutluk duyuyor. Zaman geçtikçe erkekler
Karakoç’u, kızlar da Mihriban’ı sıkıştırıyorlar birbirlerine açılmaları
konusunda. Tabi bu arada Mihriban’ın talipleri de çıkıyor netice de genç ve
güzel bir bayan. Ama Mihriban bu tekliflerin hiçbirine burnun ucuyla bile
bakmamıştır. Karakoç, Mihriban’a talip olanları duyunca beyninden vurulmuşa
dönüyor ve hemen o kişilerin yollarını kesip onları tehdit etmeye başlıyor. Bir
yandan böyle davrana Karakoç bir yandan da tekliflerin reddedildiğini öğrenince
de sevinçten ne yapacağını bilmiyor. Bu durumu öğrenen Mihriban, bazen kızmış
gibi yapıyor ama bu durum çok hoşuna gidiyor. Aradan zaman geçiyor,
samimiyetlikleri, sevgileri giderek artıyor. Artık üniversitenin son yılına
gelinmiştir ama hala kimse birbirine açılmamıştır. Bu durum arkadaşları
arasında espri konusu bile olmaya başlamıştır. Her ikisi de birbirini sevdiğini
bilmektedir ama ne hükümse hiçbiri bir türlü açılma yolunu seçmiyor. Karakoç,
tipik bir Anadolu genci gibi utangaç, çekingen birisidir ve Mihriban’la
konuşursa onu üzeceğini ya da aşkının karşılık bulmayacağından çekinmektedir
sürekli. Mihriban ise böyle konularda ilk adımın daima erkeklerden gelmesi
gerektiğini düşünmektedir. Zaman Karakoç için çok hızlı geçmektedir ve artık
üniversitenin son dönemi gelip çatmıştır. Bir taraftan erkekler Karakoç’
sıkıştırırken, kızlar da Mihriban’ı sıkıştırmaya başlamışlar. Çünkü birbirini
böyle çok seven arkadaşlarının artık birbirlerine kavuşmalarını istiyorlar. Artık
bu durumdan arkadaşları da rahatsız olmaya başlıyor. Üniversitenin bitmesi
yaklaştıkça arkadaşları bu işin çözülmesi için çareler düşünürken; içlerinden
biri:”Birbirlerine açılmaya kadar ikisiyle de konuşmayalım.”önerisini ortaya
atıyor. Hepsi arkadaşlarının mutluluğu için bunu kabul ediyor ve o günden sonra
Karakoç’un tek konuşabildiği kişi Mihriban, Mihriban’ın da konuşabildiği tek
kişi Abdurrahim’dir. Aslında her ikisi de bunca yıllık arkadaşlarının
kendileriyle niçin konuşmadıklarını çok iyi bilmektedirler ama ikisi de bu
durumu düzeltmek için hiçbir şey yapmamaktadırlar. Aslında Karakoç çok kere
aşkını anlatmaya çalışmıştır ama ne zaman Mihriban’la yalnız kalsalar bir türlü
konuşamamakta, kendisini anlatamamaktadır. Sanki her şey kendisine engel oluyor,
hissine kapılıyor. Çünkü ne zaman konuşmak istese ya yalnız kalamıyorlar ya da
bir türlü konuşamıyor. Artık her ikisi de bu durumdan sıkılmaya başlamıştır,
üniversite çekilmiyordur. Derken yine Mihriban’a biri talip olmuştur ve bu
sefer Mihriban teklifi düşünmesi için zaman istiyor. Bunu duyan arkadaşları
niçin böyle bir şey yaptığına bir türlü akıl erdiremiyorlar ve dayanamayıp
Mihriban’a cevabının ne olacağını soruyorlar. Mihriban da artık bu durumdan
sıkıldığını ve Karakoç’a çok kızgın olduğunu söyleyerek, bu sefer teklife hayır
demeyeceğini arkadaşlarına söylüyor. Arkadaşları duyduklarının şokunu
atlatmadan Mihriban oradan uzaklaşıyor. Sessiz ve kimsesiz bir köşeye çekilip
hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Arkadaşları bunun bir şaka olduğunu düşünüyor
çünkü birbirini böyle seven iki aşığın sonunun böyle olacağına hiç
inanmıyorlar. Bir yandan da bu durumu Karakoç’ söyleyip söylemeyeceklerini kara
kara düşünmeye başlıyor ve bu durumu öğrenmesi durumun Karakoç’un gidip
konuşacağını düşünerek, ona söylüyorlar. Eve gidip, anlatmak için yola
çıkıyorlar. Eve geldiklerinde Karakoç onlara doğru sevinçle koşarak, bağıra
bağıra “Bitti, bitti, sonunda bitirebildim” diyor. Arkadaşları da biran
söyleyeceklerini unutup,”Ne oldu, neyi bitirdin?” diye merakla sormaya
başlamışlar. Karakoç’ta, Mihriban’a kendimi anlatacak bir şiir yazmaya
çalıştığını ve sonunda bitirebildiğini söylemiştir. Arkadaşları da sevinçle
sonunda konuşacaksın öyle mi ama bir sorun var. Karakoç’ta merakla ” Ne oldu,
Mihriban’a mı bir şey oldu, o iyi öyle değil mi?” soruları arka arkaya
sıralamaya başlıyor. Birkaç saniye sonra ortamı büyük bir sessizlik kaplar ve
herkes birbirine çaresizce bakmaya başlar. Durumu Karakoç’a nasıl
anlatacaklarını kara kara düşünmeye başlarlar. Karakoç birden bağırır ve “Ne
oldu?” birisi bir şey söylesin, der. Arkadaşları da çaresizce vaziyeti
anlatırlar. Tüm yaşananları duyan Karakoç ceketini alıp, kendisini sokağa atar.
Arkasından koşan arkadaşları onun izini kaybederler. Birkaç gün Karakoç’u kimse
görmez. Arkadaşları giderek korkmaya başlar ve Karakoç’un kendisine bir şey
yaptığını düşünürler. Tüm bu yaşananlardan habersiz olan Mihriban ise bu arada
üniversiteye gelmez ve nişan hazırlıklarıyla uğraşmaya başlar. Mihriban’ı
arayan kimse bulamaz. Bir gün sonra Karakoç ortaya çıkar. Üstü başı çamur
içindedir ama yüzü üstünden de beter bir haldedir. Arkadaşları, onu teselli
etmeye çalışırlar ama o, hiç kimseyle konuşmaz. Yaşayan bir ölü misali
üniversiteye gider, gelir. Bu arada Mihriban da ortaya çıkmıştır ve arkadaşlarına
nişanlandığını söylemiştir. Karakoç’un durumunu görünce dayanamaz ve
arkadaşlarına ne olduğunu sorar. Nişanı duyan arkadaşları Karakoç’un,
Mihriban’ın gözünde küçük düşmemesi için çok sevdiği bir yakınını kaybettiğini
söylerler. Bunu duyan Mihriban dayanmayıp Karakoç’un yanına gider ve “Başın
sağolsun” der. Şaşkın bir şekilde Mihriban’a bakan Karakoç’un gözünden iki
damla yaş akar ve başını sallayarak, daha fazla dayanamaz ve oradan hızla
ayrılır. Bu olay Mihriban’ın Karakoç’u gördüğü son olay olur. Mezuniyet
törenine bile katılmayan Karakoç’a ne olduğunu hiç kimse bilmez.
Tabi ki hikaye bu şeklide bitmiyor ama hikayeye devam etmeden Karakoç’un,
Mihriban için yazdığı şiirden bahsedelim.Karakoç, Mihriban için bir çok şiir
yazmıştır ama bu şiirin ayrı bir yeri vardır çünkü; bu şiirle aşkını
anlatacağını düşünmüştür ama hiçbir şey hayal ettiği gibi gitmemiştir ve bu
şiiri Mihriban’a verememiştir.İşte bir gencin yüreğinin derinliklerinden
koparak oluşan o meşhur şiir:
MİHRİBAN
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban
Tüm bu yaşananlardan sonra herkes bir tarafa dağılmıştır ama Karakoç’un
nerede olduğunu hiç kimse bilmemektedir. Mihriban ise Edebiyat Öğretmeni olarak
atanmıştır. Aradan birkaç sene geçtikten sonra günün birinde Mihriban’ın
bulunduğu ilde edebiyatçılardan oluşan bir grubun bir söyleşi vereceği ve
herkesin bu söyleşiye davetli olduğunu anons eden sesi duyan Mihriban buna
gitme kararı alır. Anonsta hangi edebiyatçılarında olduğu söylenir ama Mihriban
kimlerin olduğunu anlayamaz. O gün gelir ve Mihriban en ön sıralardan birine
oturur. Konuşmacılar sahneye çıkar ve söyleşi başlar. Konuşmacılardan biri
söyleşinin sonunda genç bir şairin şiir okuyacağını söyler ama bu genç şairin
kim olduğunu söylemez. Söyleşi Mihriban için çok zevkli geçmiştir ve bir ara
gizemli şairi düşünür “acaba kim?” diye. Söyleşinin sonuna doğru
konuşmacılardan biri işte sizlere sözünü ettiğimiz genç şair der ama tam ismini
söyleyecekken, söyleşinin havasına kapılan seyirciler daha ismini bile duymadan
alkışlamaya başlar ve konuşmacı da ismi söylemekten vazgeçer. Sahneye çıkan
Karakoç’tur. Seyircileri selamlayan Karakoç, bir yandan da seyirciler arasında
tanıdık kimse olup olmadığına göz ucuyla bakar ve birden ön sırada ki sarı
saçlı bayan dikkatini çeker ve o tarafa döner. Dönerken de aklına üniversitenin
ilk günü yaşadıkları gelir. Hafif bir tebessümle döner ve gözlerine inanamaz.
Karşısında duran kişinin Mihriban olduğunu görünce yüreğinin sanki yerinden
fırlayıp Mihriban’ın kucağına konduğunu hisseder. Karakoç bunları yaşarken
Mihriban ise o yağız delikanlının ayaklarına kapanmak için kendisini zor tutar.
Tüm bunlar yaşanırken Karakoç o meşhur, insanı aşık eden o yüce duygularla dolu
şiirini okumaya başlıyor.”Sarı saçlarını deli gönlümü / bağlamışım, çözülmüyor
Mihriban “ diye başlıyor okumaya Karakoç, okurken de Mihriban’a bakıyor.İlk
mısraları duyar duymaz yüreğinde biriken tüm sevginin gücüyle haykıra haykıra
ağlamaya başlıyor.Seyirciler bir yandan kendilerini şiirin büyüsüne kaptırırken
bir yandan da bu bayanın neden ağladığını merak ediyorlar.Karakoç şiirini bitirip
seyircileri tekrar selamladıktan sonra kulise dönüyor.Soyunma odasına girip
ağlamaya başlıyor.Hayatın ne kadar acımasız olduğunu haykırıyor.Kendi kendine
“Ben seni böyle mi görecektim?” diye söylenmeye başlıyor.Yüreğindeki sevgi ve
acıya daha fazla dayanamayan Mihriban koşarak kulise yöneliyor.Karakoç’u
ararken de bir yandan da çocuk gibi seviniyor.Kapıya vuruyor ve içeriden
“Buyurun.” Sesini duyunca içeri giriyor ve Karakoç’un kapıya yaşlı gözlerle
baktığını görüyor. Karakoç’un konuşmasına bile izin vermeden “SENİ SEVİYORUM”
diye haykırmış. Senin de beni sevdiğini biliyorum, bu şiiri de bana yazdığını
duymuştum arkadaşlardan, yeter artık bitsin bu hasret. Ne olur artık
dayanamıyorum sensizliğe. Mihriban bunları söylerken gözlerinden akan yaşları
silmeye çalışan Karakoç’un elleri yüzüne değince Mihriban’ın tüm vücudunu bir
titreme kaplıyor. Bir yandan Mihriban’ı dinleyen Karakoç bir yandan da
hafızasını yoklar. Mihriban sakinleştiğinde “ sen evlenmedin mi?” diye sorar.
Mihriban; “seni üniversiteden sonra çok aradım ama hiç kimse nerede olduğunu
bilmiyordu. Nişanı sadece sana cesaret vermesi için yaptım ve sonra da attım.
Ama tüm bunlar yaşanırken sen ortada yoktun. Seni çok aradım.” Bunları duyan
Karakoç gözyaşlarına engel olmaz yanındaki sandalyeye çöker. Kara kara
düşünmeye başlar. Mihriban bu durum karşısında “sen üniversitede de böyleydin,
sürekli hindi gibi düşünürdün.” der.Aradan biraz zaman geçer ama Karakoç hala
düşüncelidir.Bu duruma bir anlam veremeyen Mihriban tekrar “ Bu şiiri bana
yazdığını ve seninde beni sevdiğini biliyorum.” Der.Bunun karşısında Karakoç
ayağa kalkar ve Mihriban’a bakıp, ben o şiiri sana değil kızıma
yazdım,der.Duyduklarına inanamayan Mihriban olduğu yere yıkılır.Hemen
yardım isteyen Karakoç, Mihriban’ı hastaneye kaldırır ve hastane odasında
Mihriban’ın ayılmasını beklerken bir şiir daha yazar.Mihriban uyanmadan odadan
ayrılır.Mihriban uyandığında etrafına şaşkınlıkla bakar ve nerede olduğunu
anlamaya başlar aniden aklına Karakoç gelir ve odadaki hemşireye beni buraya
kim getirdi, diye sorar.Hemşire de bir erkeğin getirdiğini ve size verilmek
üzere bu zarfı bıraktığını söyler.Zarfı açıp okur, okurken de gözyaşlarına
hakim olamaz.Hemşire ne olduğunu sorduğunda; “ çok sevdiği bir yakınını
kaybettiğini” söyler.
Zarfta şu yazıyormuş:
MİHRİBAN ( UNUTURSUN)
“Unutmak kolay mı? ” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep..
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hâtıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır...
Unutursun Mihriban’ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce...
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir herşeyin rengi
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.
ABDURRAHIM KARAKOÇ
Tüm bu yaşananlardan sonra şiiri okurken ya da en azından şarkısını dinlerken bu olayı dikkate almayı unutmayınız. O zaman Abdurrahim Karakoç’un şairliğine bir kere daha hayran olacaksınız. Yalanların doğru olduğu bir zaman da böyle bir sevgiyi görmeyeli uzun zaman olmuştu, değil mi? Karakoç yüreğini kara’ya dökmede başarılı şairlerimizdendir. Ne yazık ki; bir sanatçının değerinin anlaşılması için ölmesi gerekiyor. Umarım asırlardır süren bu gafletten uyanır, sanata ve sanatçıya hak ettiği değeri veririz. Mihriban olayında olduğu gibi hayatta geç kalmamanız dileğiyle…
KARAKOÇLA BİR RÖPORTAJ
“Unutmak kolay mı? ” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep..
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hâtıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır...
Unutursun Mihriban’ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce...
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir herşeyin rengi
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.
ABDURRAHIM KARAKOÇ
Tüm bu yaşananlardan sonra şiiri okurken ya da en azından şarkısını dinlerken bu olayı dikkate almayı unutmayınız. O zaman Abdurrahim Karakoç’un şairliğine bir kere daha hayran olacaksınız. Yalanların doğru olduğu bir zaman da böyle bir sevgiyi görmeyeli uzun zaman olmuştu, değil mi? Karakoç yüreğini kara’ya dökmede başarılı şairlerimizdendir. Ne yazık ki; bir sanatçının değerinin anlaşılması için ölmesi gerekiyor. Umarım asırlardır süren bu gafletten uyanır, sanata ve sanatçıya hak ettiği değeri veririz. Mihriban olayında olduğu gibi hayatta geç kalmamanız dileğiyle…
KARAKOÇLA BİR RÖPORTAJ
Sarı
saçlarına deli gönlümü
Bağlamışım çözülmüyor Mihriban
Bağlamışım çözülmüyor Mihriban
diye başlayıp her
gönüle değen bir şiirin yazarı, Abdurrahim Karakoç.
Mistik bir
olgunlukla, ‘son bir kez’ diyor, ‘son bir kez daha görmek istemezdim’. ‘O beni
hayalindeki gibi yaşatsın, ben de onu hayalimdeki gibi. O aşk, masum bir aşktı.
Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın.’
Ne adı Mihriban, ne
saçları sarı.
O, Abdurrahim
Karakoç’un Mihriban’ı.
1960 yılında yaşadığı
ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını
gizleyip, “Mihriban” diye seslendiği, o güzel Anadolu kızının hikayesi bu.
Ya da, hayatlarını
birleştirmek isterken, ümitsiz aşklarına ayrılık nikahı kıyan iki sevgilinin,
ümitsiz, duygu yüklü hikayesi.
Ayrılık tadında
hüzünlü.
Mihriban’a olan aşkı,
Karakoç’a farklı bir olgunluk kazandırmış. Hani şu ‘yürek genişliği’ denilen
şey var ya, öylesine bir yaklaşımı var Karakoç’un.
Sarı
saçlarına deli gönlümü
Bağlamışım çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Bağlamışım çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Bu eşsiz duygu
yoğunluğu olan dizelerle aşkın gücünü anlatan şairimiz, Mihriban’dan aldığı
“Unutmak kolay değil” başlıklı mektup üzerine, şiirin devamını yazıyor. Yazıyor
ama, yarasını sarmış bir Yunus Emre olgunluğu ile de bilgeliğini dışa vuruyor.
Unutmak
kolay mı deme
Unutursun Mihribanım
Oğlun kızın olsun hele
Unutursun Mihrabınım
Unutursun Mihribanım
Oğlun kızın olsun hele
Unutursun Mihrabınım
Düzen
böyle bu gemide
Eskiler yiter yenide
Beni değil sen seni de
Unutursun Mihribanım
Eskiler yiter yenide
Beni değil sen seni de
Unutursun Mihribanım
– “Nedir Mihriban’ın
gerçek hikayesi?”
– “Bazıları ‘Gerçek
mi?’ diyor. ‘Gerçek’ diyorum. Ama adı ‘Mihriban’ değil. O gençliğimde yaşanmış
bir aşktı. Ama şimdi adını deşifre etmem, ayıp olur. Benim takmış olduğum
sembol bir isimdir Mihriban.
Masa başında
yazılmış, hayal bir aşk, bu tadı ve lezzeti vermez. Yaşayacaksın ki,
yazacaksın.
O zamanlar elektrik
yoktu. Lamba ışığı altında yazıyordum. Şiire başladığımda lambadaki alev
titremeye başladı. ‘Lambadaki alev üşüyor’ çıktı.”
– “Hangi seneydi?”
– “1960.”
– “O aşkınıza
kavuşamadınız.”
– “Yo, olmadı.
Seviyordum. Olmadı. Ayıp olur şimdi, adını söylemem. Törelerimize aykırı.
İkinci bir Mihriban şiirim var. Biliyorsunuz. “Unutmak kolay, unutursun
Mihriban” diye. O da öyledir. Bunlar hep gerçeğe dayalıdır. Güzel tertemiz bir
sevgiydi, tertemiz de bir ayrılma oldu.”
– “Nerede olduğunu
biliyor musunuz?”
– “Bilmiyorum. Zaten
benim memleketlim de değildi.”
– “Yaşayıp
yaşamadığını biliyor musunuz?”
– “Onu da bilmiyorum.
Sivas’ta bir televizyona çıktım. Telefon bağlantısı var. Bir hanım çıktı, ‘Abi,
o yaşıyor mu?’ dedi. ‘Bilmiyorum’ dedim. ‘Nasıl bilmiyorsun?’ dedi. ‘Bilmiyorum
işte’ dedim. ‘O bayan, eğer yaşıyor da, bu türküyü dinliyorsa, Allah ona yardım
etsin’ dedi. Hanımların dayanışması işte! Yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum
vallahi.”
– “Hala seviyor
musunuz?”
– “Bazen aklıma
düşüyor. Ben ‘unutursun’ diyorum ama, insan hiçbir zaman unutamıyor. O bir
mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap
aldım. ‘Unutmak kolay mı?’ başlığı mektubun. ‘Unutmak kolay mı deme, unutursun
Mihriban’ım’ diyorum. ‘Düzen böyle bu gemide, eskiler yiter yeni de. Beni
değil, sen seni de, unutursun Mihriban’ım’ dedim. Allah o hallere düşürmesin,
insan kendini de unutur.”
– “Mihriban’dan başka
aşkınız oldu mu?”
– “Yok. Mihriban’dan
başka aşkım olmadı.”
– “Mihriban nasıl
biriydi?”
– “Valla ne bileyim,
sıradan insanlara benzer birisiydi.”
– “Çok mu güzeldi?
‘Sarı saçlarına deli gönlümü, bağlamışsın, çözülmüyor Mihriban’ diyorsunuz.”
– “Saçı da sarı
değildi.”
– “Belki bu şiirin bu
kadar beğenilmesinin sebebi, herkesin içinde bir Mihriban’ın olması?”
– “Gerçek yaşanıp,
yazıldığı zaman okuyucu kendini bulur. Bu yüzden diyorum ki ben, herkesin
hayatında bir Mihriban var.”
– “Bundan 7-8 sene
önce Cebeci’de bir düğün salonunda, sanatçı Mihriban’ı okudu. Karşımızda yaşlı
bir çift oturuyor. Sekseninden yukarı ikisi de. Tanıyanlar, ‘hocam çok güzel
yazmışsınız’ falan deyince, ihtiyar teyze, ‘Oğlum, bunu sen mi yazdın?’ dedi.
‘Evet’ deyince de, ‘Hay diline sağlık, ne kadar güzel’ dedi. Yanındaki ihtiyar
amcayı gösterdi, ‘Evde birisi bu şarkı çalarken bir şey söylesin, üstüne yürür.
Öyle dalar gider, dinler dinler, gözlerinden yaş akar, oturur’ dedi. ‘Bunun
derdi ne?’ dedim. ‘Oğul oğul, herkesin gençliğinde bir Mihriban’ı vardır’ dedi.
‘Öyle yazmışsın ki, herkes Mihribanı’nı buluyor o türküde’ dedi.”
– “Musa Eroğlu da çok
güzel bestelemiş.”
– “Beste de güzel
olup güfteyle örtüşünce daha bir güzel oluyor.”
– “Bunlar birbirini
tamamlayan şeylerdir. Bestelendikten sonra herkes hayret etti. ’40 senedir
okuyorsunuz’ dedim. Ama bestelenince daha güzel oldu.”
– “Bir gün Mihriban’ı
göreceğinize inanıyor musunuz?”
– “Bilmiyorum, görmek
de istemiyorum. Değişmiştir şimdi. Ben onun nazarında değiştim, o benim
nazarımda değişti. Niye görelim? Öyle kalsın ya. İnsanların gönülde kalması,
gözde kalması daha iyidir.”
Dinleyince Mihribana aşık olduğum türküdür Abdurrahman karakol ellerinden öpesim geliyor bu nasıl bir şarkıdır. '‘mihriban sana ne yaptı abı de ’‘ lambada titreyen alev üşüyor ’' dizesini yazdıran kadın senin ciğerini mi söktü.
MİHRİBAN TRÜKÜSÜ ADINA NİCE FİLMLER, TÜRKÜLER YAPILMIŞTIR. İŞTE BUNLARDN BİR TANESİ.
Abdürrahim Karakoç Çocukluğumda Hasana mektup şiirleriyle tanımıştım, Kendi küçücük hayel dünyamda nerelere oturtmuştum. Senel Sonra büyüyüpte aşk şiirleriyle, Aşk Türküleriyle tanıştığımda Musa Eroğlundan dinlemiştim. MİHRİBAN ne duygulu ne aşk ve anlam dolu türkü demiştim, Türkünün şairini sonradan öğrendim Abdürrahim KARAKOÇ' a aitmiş. Bu ne güzel şiir ve şaiiri KARAKOÇ. Sonra ilahi kadere bak, Abdürrahim KARAKOÇ' un mezarı Ankara' da Bağlumda mütevazi bir yerde ikamet ettiğim yere 3 km ve her gün yanından gelip geçtiğim yerde. Nur gölünde yat güzel insan, Ahmet ŞİMŞEK
YanıtlaSil